Günümüzde artan sağlık sorunları ve hastalıklarla başa çıkma arayışında, doğal beslenme ve yaşam tarzı önemli bir rol oynamaktadır. Ekmek tüketimi, probiyoitk ve prebiyotik önemi ile ilgili detaylı bilgi yazımızda.
Son yıllarda artan kanser, romatizmal hastalıklar, romatizmal olmayan eklem ağrıları, erken menapoz, kısırlık, tiroid problemleri (özellikle hashimoto tirodidit), şeker hastalığının erken yaşlarda başlaması, çocuk yaşta alerjik durumlar (deri allerjileri, iyileşmeyen yada sık üst solunum yolu hastalıkları, astım), ileri yaşta ortaya çıkan yeni allerjiler (kaşıntı, alerjik nezle) …. Bu listenin ne kadar uzun olduğunun farkında mıyız?
Eskiden bu kadar çok hastalık yoktu… Eskiden daha sağlıklı daha enerjiktik… Bizim neslimiz çürük. Çocuklarımız ne olacak… Bu hava kirliliği... Bu doğal olmayan gıdalar… işte tam da orası. Doğal olmayan gıdalar…
Eskiden dediğimiz halen annemizin, annanemizin hatırladığı dönemler. Peki o yıllarda olup şimdi olmayan ya da şu anda bozulan ne ki biz ve çocuklarımız bu kadar hasta? Peki biz hiç iyi olmayacak mıyız? Ne yapalım kader deyip önümüze geleni yemeye devam mı edelim…
Eğer yediğiniz yemeğin içine gözünüzün önünde zehir katılsaydı yine de aç kalmamak için onu yiyecek kadar çaresiz misiniz? Ya da çocuğunuz zararlı olduğundan emin olduğunuz, örneğin bir yudum alkol içmek istese “e çocuk canım ne yapalım özendi, durmuyor çok ağladı sussun diye veriyorum” diyerek o alkolden almasına izin verir misiniz? Eminim herkes gözlerini büyüterek olur mu öyle şey diyor. Peki çocuğunuz her gün markette onun için alkol kadar belki ondan daha zararlı pek çok ürüne el uzatıyor ve siz o “çocuk” olduğu için onu kıramıyorsunuz, bu ne kadar doğru?
Biliyorum herkesin kafası bu yiyecekler yüzünden karışık. Artık doğalı mı kaldı, nereden bulayım, organikler çok pahalı diyerek üzülüyor kendinizi çaresiz hissediyorsunuz. İşte bu sebepten olduğumuz yerde dönüp duruyoruz ya zaten. Belki bir çıkış yolumuz vardır. Belki içinde bulunduğumuz kapalı odanın kapısı kilitli değildir. Hiç açmayı denedik mi?
Ekmek temel bir besindir. Peki ham maddesi ne kadar temel ihtiyaçları barındırıyor? Tahıllar maalesef yüksek glüten oranları sebebiyle içindeki vitaminleri almamıza engel olacak kadar yoğun çamur oluşturuyor barsakta. Bu çamur diğer tüm gıdalardan kazanılmasını beklediğimiz vitamin ve minerallerin emilimini engelliyor. Demek ki önce ekmek meselesini halletmek lazım.
Günlük ortalama ekmek tüketimi, herkesin kendi işaret parmağı kalınlığında bir dilim olmak kaydı ile toplam 6 dilim olmalıdır. Bu ekmeğin piyasada satılan beyaz ekmek olmaması ekmek meselesinin en önemli kısmıdır. Beyaz ekmek yerine çavdar, gerçek tam buğday, siyez buğdayı, yulaf ekmekleri tercih edilmelidir. Eğer bu cins ekmekler tercih edilirse zaten ekmek tüketimi önceki kullanımın yarısına inecektir. Sadece buğdayın kepeğinin alınıp yararlı kısmının kullanılmadığı ekmekler tercih listemizde yoktur. Glüten intoleransı bulgularının olduğu kişiler sadece yulaf ekmeği tercih etmelidirler. (Glüten intoleransı konusuna daha sonra değineceğim)
Bir de ekmeğin nereden alındığı konusu var. Herkes evine yakın ve kesinlikle sağlıklı un ile yapılmış ekmek satan bir fırına ulaşamayabilir. Bu yüzden hiç değilse haftada bir kez ekmeğinizi kendi aldığınız güvenli un ile pişirmeyi ve bu ekmeğin mayası için yine kendiniz evde kolayca hazırlayacağınız ekşi maya hazırlamayı deneyebilirsiniz. Keyifli ve tatmin edici bir deneyim olacağına inanın.
Eskiden evlerde yapılan turşular, sirkeler, elden ele dolaşan mayalar, yoğurtlar ve daha bir dolu fermente ürün aslında bizim kültürümüzde var. Ne yazık ki sanayi tipi yaşantı hem bizim bu ürünleri hazırlayacak vaktimizi çaldı hem de hazırı rahat ya da lezzetli bularak onu tercih etmeye itti. Uzak değil 30 yıl önce imece usulü erişteler yapılırdı, glütensiz katkısız salçalar, yoğurdumuz zaten hep battaniye yatağında… Bazılarına artık ulaşmak zor görünüyor. Ama tercih haline getirip, önceliklerimizi belirlersek bir yerden başlayabiliriz. Önce yoğurt en kolayı sanırım. Sütünüzü, aşılı hayvanlarını belgelendiren bir sütçüden alarak işe başlayın. Sütü uzun değil bir taşım kaynatın. Mayası evde mayalanmış yoğurttan olsun, hazır yoğurdu maya olarak kullanmayın. İlk yaptığınız iyi olmadıysa pes etmeyin. Yoğurt yapmak sizin genlerinizde var. İlle de tutacak. Biz göle maya çalan bir hocanın nesliyiz.
Hala turşu yapanlarımız var. İyi ki varlar. Sadece turşuya bir ekleme ile bunu probiyotik bir hale getirebilir ve tedavi amaçlı kullanabilirsiniz. O katkı da probiyotik toz. İnternette satılan bir ürün. Aslen tedavi için satılıyor. İçinde 100 poşet bulunan bazen ishal ya da hazımsızlık problemi yaşadığınızda da kullanabileceğiniz bir ürün. Turşunuzu bu poşetlerden 3 tane kullanarak kurduğunuzda GASP turşusu oluyor ve barsakta biriken çamuru sıyırıp atmaya yardımcı oluyor.
Sirke. Zor gibi geliyordu. Ama turşu yapanlar için iş değil. Sadece dikkat etmenizi istediğim nokta bal, pekmez, nohut gibi bir ürün katarak ekşitmeye çalışmayın. Her meyvenin doğalını bulun, varsa sirke anası yoksa mevcut ev sirkesinden 1 çay bardağı ekleyin. Meyveyi kabuğu ve çekirdeği ile kullanın. Meyvenin üzerine kadar çıkacak kadar içme suyu ekleyin. Cam kavanoz kullanın üzerini tülbent ile kapatın ve paket lastiği ile sıkılayın.
Yoğurdumuz, turşumuz, sirkemiz tamam da bunları her gün yemek yanına mı çıkaralım? Öncelikle eğer bir hastalığınız varsa (yazının en başındaki listeden en az biri mevcutsa) GAPS diyetine geçmeniz sizin için uygun olacaktır. Bu diyet sırasında hazırladığınız bu ürünler yerini bulacaktır. Eğer siz diyet önerilenler grubunda değil sadece mevcut sağlığınızı korumak niyetiyle hazırlık yaptıysanız; sirkenizden her sabah aç karına 2 yemek kaşığı bir miktar ılık suya ekleyerek için ve yarım saat bekledikten sonra kahvaltıya oturun. Turşu ve yoğurdunuzu istediğiniz vakitlerde tüketebilirsiniz.
Son 100 yıl hızlı bir gelişim, hızlı tüketim, yoğun nüfus artışı ve sağlıksız endüstrileşme sayesinde toprağı, havayı, suyu kirlettik ve tükettik. Maalesef en organiğinden üretilse bile tarım bize organik sonuçlar veremiyor. Elbette organik tarım sayesinde hiç değilse ek bazı toksinlerden uzak kalabiliyoruz ama 50 sene önce elmanın içindeki c vitamini kadar, muz içindeki magnezyum kadar ihtiyacımızı karşılayacak malzeme yok sebze meyvelerde. Bu yüzden bunları mecburen dışarıdan takviye etmemiz lazım. “Takviye almayanlar ölüyor mu, öyle ya da böyle yaşıyorlar hem de insanoğlunun yaşı da uzadı. Her şeye rağmen daha uzun yaşıyoruz” diyorsanız, yaşama yıllar katmak mı yoksa yıllara yaşam katmak mı diyerek kafaları biraz karıştıralım.
Uzun yaşamanın sebepleri bu yazının konusu değil, biz uzun yaşayan neslimizin daha sağlıklı ve muhtaç olmadan yaşaması, ağrısız, yardımsız kaliteli yaşlanmasını istediğimiz için buna ulaşmanın yollarını araştırıyoruz. İşin doğrusu özümüzü yitirdikçe, doğalı kaybettikçe değerini anlıyor ve ah o yıllar dediğimiz, keşke bilseydim dediğimiz bir noktaya ilerliyoruz. Keşke demeden önce yapılması gerekenler içinde biraz masraf edip takviye ürünler almak da var.
Çoğumuz tahlillerimizde tüm vitaminlerin normal sınırlarda olduğunu duyarak mutlulukla çıkmışızdır doktorun yanından ama maalesef mutluluğumuz evin merdivenlerini çıkarken hissettiğimiz yorgunluk ya da diz ağrısı ile soruya dönüşür. “Peki o zaman neden hala kendimi iyi hissetmiyorum?”
Çünkü beden makinenizde, bakım-onarım mekanizması hasar görmüş durumda. Henüz hücresel seviyede yaşanan bir sorun görünür boyuta çıkmadığı için tahlillerinizde sorun görünmüyor ama bazı sinyaller veriyor. Bu sinyallere odaklanmayınca her şey yerli yerinde görünüyor. Oysa bazı olmazsa olmaz takviyeler ile ve sadece yediklerimize dikkat ederek daha ağrısız, huzurlu, dinç ve zayıf olmak, senelerdir düzelmeyen kansızlığı düzeltmek, şekeri kontrol altına almak mümkün.